KREMATÖRYUM CANAVARININ SON KORKAK ANLARI: Muhsfeldt – Auschwitz’de mahkumları diri diri yakmaktan zevk alan ve binlerce masum insanın ölümüne yol açan psikopat Nazi kasabı.

KREMATÖRYUM CANAVARININ SON KORKAK ANLARI: Erich Muhsfeldt – Auschwitz’de mahkûmları diri diri yakan ve binlerce insanın katili olan Nazi kasabı

Dachau’daki Amerikan askeri mahkemesinin soğuk salonunda, 27 Kasım 1947 sabahı, zincire vurulmuş bir adam titriyordu. 36 yaşındaki Erich Muhsfeldt, bir zamanlar Auschwitz-Birkenau’nun krematoryumlarında “Tanrı gibi” dolaşan, sigara içerken insanları fırınlara iten, çığlıkları “müzik” diye dinleyen SS-Oberscharführer’i artık tanınmayacak haldeydi. Yüzü sapsarı, gözleri çukura kaçmış, sürekli idrarını tutamıyordu.

Savcı ona son kez sordu: “Kaç kişiyi kendi ellerinizle gaz odasına gönderdiniz?” Muhsfeldt önce kekeledi, sonra ağlamaklı bir sesle fısıldadı: “Bilmiyorum… çok fazlaydı… belki yüz bin…” Salondaki herkes dondu. Çünkü bu sayı, tek bir adamın itirafıyla ortaya çıkan en büyük bireysel katliam rakamıydı.

Erich Muhsfeldt 1911’de, Berlin’in işçi mahallelerinden birinde doğmuştu. Kasap çıraklığı yapmış, 1933’te Nazi Partisi’ne katılmış, sıradan bir SS eri olarak başlamıştı. 1940’ta ilk kez Auschwitz’e gönderildiğinde kimse ondan bir “canavar” beklemiyordu. Ama o, krematoryumların başına getirildiğinde içindeki şeytanı serbest bıraktı. Tanıklar onun için aynı cümleleri tekrarlıyordu: “Muhsfeldt gülerek çalışırdı.

İnsanları fırınlara diri diri atarken espri yapar, çocukları saçlarından tutup havaya kaldırıp ‘Şimdi uç bakalım’ derdi.” Bir Macar Yahudisi kadın, 1944’te hayatta kalmayı başaran az sayıdaki kişiden biri, mahkemede şöyle anlattı: “Bir gün krematoryumun önünde sıra bekliyorduk. Küçük bir kız annesine sarılmış ağlıyordu.

Muhsfeldt kızı annesinden ayırdı, başını okşadı, sonra birden fırının kapağını açıp kızı içeri attı. Kapak kapanırken kahkaha attı. ‘Bir tavşan daha kızardı’ dedi.”

Muhsfeldt’in en korkunç alışkanlığı, gaz odalarının ardından “kontrol” yapmasıydı. Zyklon B’nin etkisini görmek için kapıyı erken açar, hâlâ nefes alanları tabancasıyla vururdu. Bazen de insanları bağlayıp yavaş yavaş fırına sürerdi; “Acılarını uzatmak hoşuma gidiyor” diyecek kadar ileri giderdi. Auschwitz’in en büyük gaz odası ve krematoryumu olan II.

Krematoryum’un günlük 8 bin kişilik kapasitesini “benim eserim” diye övünürdü. 1944’te Sonderkommando ayaklanmasında, isyancı mahkûmları bizzat makineli tüfekle tarayanlardan biriydi.

Savaştan sonra kaçmayı başardı. Karısı ve iki çocuğuyla birlikte Bavyera’da bir çiftlikte saklandı, sahte kimlikle kasaplık yapmaya başladı. Ama 1946’da bir eski mahkûm onu kasap tezgâhında tanıdı. Amerikan askerleri geldiğinde, Muhsfeldt tavuk gibi korkudan altına yapmıştı. Tutuklanırken yalvarıyordu: “Ben sadece emirleri yerine getirdim… Himmler emretti… Lütfen çocuklarıma söylemeyin…”

Dachau duruşması, onun son sahnesiydi. Tanıklar birbiri ardına kürsüye çıktı. Polonyalı bir doktor, Muhsfeldt’in deney yaptığı çocukları anlattı. Bir Fransız direnişçi, onun mahkûmların altın dişlerini kırbaçla söktüğünü gösterdi. Savunması ise tam bir rezaletti: “Ben masumum, sadece görevimi yaptım. Fırınlar çok sıcaktı, ben de terliyordum…” dediğinde salon kahkahaya boğuldu.

Yargıçlar 20 dakika içinde karar verdi: İdam.

28 Kasım 1947 sabahı, Landsberg Cezaevi’nin avlusunda ipte sallanırken, Muhsfeldt’in son sözleri duyuldu. Titrek bir sesle, Almanca ve kırık dökük Lehçe karışımıyla bağırdı: “Çocuklarımı affedin… Ben korktum… Hep korktum…” Sonra boynu kırıldı. Cesedi, kurbanlarının külleriyle aynı toprağa gömüldü; kimsenin mezar taşına ismini yazmasına izin verilmedi.

Bugün Auschwitz-Birkenau Müzesi’nde, II. Krematoryum’un harabelerinde, ziyaretçilere onun adı bile söylenmez. Ama bazı yaşlı rehberler, fısıltıyla anlatır: “O adam burada kahkaha atardı.

Şimdi rüzgâr bile onun adını anmak istemez.” Erich Muhsfeldt, Nazi canavarları arasında bile “en iğrenç” olarak anılır; çünkü o, öldürmekten zevk alan tek kişiydi ve ölürken bile kahraman gibi değil, bir fare gibi korkakça gitti.

Erich Muhsfeldt 1911’de, Berlin’in işçi mahallelerinden birinde doğmuştu. Kasap çıraklığı yapmış, 1933’te Nazi Partisi’ne katılmış, sıradan bir SS eri olarak başlamıştı. 1940’ta ilk kez Auschwitz’e gönderildiğinde kimse ondan bir “canavar” beklemiyordu. Ama o, krematoryumların başına getirildiğinde içindeki şeytanı serbest bıraktı. Tanıklar onun için aynı cümleleri tekrarlıyordu: “Muhsfeldt gülerek çalışırdı.

İnsanları fırınlara diri diri atarken espri yapar, çocukları saçlarından tutup havaya kaldırıp ‘Şimdi uç bakalım’ derdi.” Bir Macar Yahudisi kadın, 1944’te hayatta kalmayı başaran az sayıdaki kişiden biri, mahkemede şöyle anlattı: “Bir gün krematoryumun önünde sıra bekliyorduk. Küçük bir kız annesine sarılmış ağlıyordu.’

Muhsfeldt kızı annesinden ayırdı, başını okşadı, sonra birden fırının kapağını açıp kızı içeri attı. Kapak kapanırken kahkaha attı. ‘Bir tavşan daha kızardı’ dedi.”

Muhsfeldt’in en korkunç alışkanlığı, gaz odalarının ardından “kontrol” yapmasıydı. Zyklon B’nin etkisini görmek için kapıyı erken açar, hâlâ nefes alanları tabancasıyla vururdu. Bazen de insanları bağlayıp yavaş yavaş fırına sürerdi; “Acılarını uzatmak hoşuma gidiyor” diyecek kadar ileri giderdi. Auschwitz’in en büyük gaz odası ve krematoryumu olan II.

Krematoryum’un günlük 8 bin kişilik kapasitesini “benim eserim” diye övünürdü. 1944’te Sonderkommando ayaklanmasında, isyancı mahkûmları bizzat makineli tüfekle tarayanlardan biriydi.

Savaştan sonra kaçmayı başardı. Karısı ve iki çocuğuyla birlikte Bavyera’da bir çiftlikte saklandı, sahte kimlikle kasaplık yapmaya başladı. Ama 1946’da bir eski mahkûm onu kasap tezgâhında tanıdı. Amerikan askerleri geldiğinde, Muhsfeldt tavuk gibi korkudan altına yapmıştı. Tutuklanırken yalvarıyordu: “Ben sadece emirleri yerine getirdim… Himmler emretti… Lütfen çocuklarıma söylemeyin…”

Dachau duruşması, onun son sahnesiydi. Tanıklar birbiri ardına kürsüye çıktı. Polonyalı bir doktor, Muhsfeldt’in deney yaptığı çocukları anlattı. Bir Fransız direnişçi, onun mahkûmların altın dişlerini kırbaçla söktüğünü gösterdi. Savunması ise tam bir rezaletti: “Ben masumum, sadece görevimi yaptım. Fırınlar çok sıcaktı, ben de terliyordum…” dediğinde salon kahkahaya boğuldu.

Yargıçlar 20 dakika içinde karar verdi: İdam.

28 Kasım 1947 sabahı, Landsberg Cezaevi’nin avlusunda ipte sallanırken, Muhsfeldt’in son sözleri duyuldu. Titrek bir sesle, Almanca ve kırık dökük Lehçe karışımıyla bağırdı: “Çocuklarımı affedin… Ben korktum… Hep korktum…” Sonra boynu kırıldı. Cesedi, kurbanlarının külleriyle aynı toprağa gömüldü; kimsenin mezar taşına ismini yazmasına izin verilmedi.

Bugün Auschwitz-Birkenau Müzesi’nde, II. Krematoryum’un harabelerinde, ziyaretçilere onun adı bile söylenmez. Ama bazı yaşlı rehberler, fısıltıyla anlatır: “O adam burada kahkaha atardı.

Şimdi rüzgâr bile onun adını anmak istemez.” Erich Muhsfeldt, Nazi canavarları arasında bile “en iğrenç” olarak anılır; çünkü o, öldürmekten zevk alan tek kişiydi ve ölürken bile kahraman gibi değil, bir fare gibi korkakça gitti.

Related Posts

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *